7 Temmuz 2017 Cuma



 Tarihin İzlerini Küçülten ... Miniatürk

Miniatürk, Antik çağı, Bizansı, Selçukluyu, Osmanlıyı ve bu topraklarda iz bırakmış daha birçok medeniyetin geride bıraktığı zengin mimariyi bir araya getirerek ziyaretçileri için zamanı durdurmaya devam ediyor. “Büyük Ülkenin Küçük Bir Modeli” sloganıyla yola çıkan Miniatürk’te güzel ülkemin  kıymetli tarihi ve doğal oluşumlu yapılarına tanıklık etme fırsatı buluyorsunuz.

 Türkiye’nin vitrini Miniatürk’ü gezerken, kuzeyden güneye, doğudan batıya bütün ülkeyi karış karış gezmiş gibi hissedecek, Türkiye’nin sahip olduğu güzellikler karşısında hayran kalacaksınız. Miniatürk de yer alan belli başlı eserlere göz atmak gerekirse;
Mevlana Türbesi
Mevlana'nın tüm dünyaya seslenen 'Ne Olursan Ol, Gel' çağrısıyla, Anadolu ve çevresindeki hoşgörü ve sevginin eseridir Mevlana Türbesi. Selçuklu döneminin en gözde eserlerinden biri olan 1274 yılında Konya’da inşa edilen firuze çinilerle süslü kubbesiyle dikkat çeken türbe; Türk çadırını andıran mimari bir üslupla tasarlanmış olup Anadolu ve çevresindeki çok kültürlüğün eseri niteliğini taşır.
Selimiye Cami
Mimar Sinan’ın ustalık dönemi eseri olan Edirne’deki en görkemli Osmanlı yapısı Selimiye Cami, 2. Selim adına yaptırılmıştır. 1568-1575 yılları arasında inşa edilen caminin üçer şerefeli ve her bir şerefesine ayrı merdivenlerle çıkılan 71 metre yüksekliğinde dört minaresi bulunmaktadır. Caminin müezzin mahfili Kâbe’nin tam yarısı olarak tasarlanmış olan bu eşsiz eserde taş işçiliği, çinileri ve kalem işleri büyük değer taşır.
Anıtkabir
1944 - 1953 yılları arasında 9 yılda tamamlanmış olan 15.000 metrekare alan üzerine kurulan anıt mezar, 260 metre uzunluğundaki Aslanlı Yolu, Mozolesi ve Zafer Meydanı ile Cumhuriyet döneminin en önemli eseridir. Anıtkabir, Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e şükran duygularının bir ifadesi niteliğindedir.
İshak Paşa Sarayı
İshak Paşa tarafından 1784-1785 yılları arasında Doğubayazıt’ta yaptırılan saray, mimari açıdan hem Osmanlıyı hem de Selçuklu mimarisini harmanlamıştır. İshak Paşa sarayının Taç kapılarının üzerindeki bezemelerde İran, Anadolu Selçukluları, Gürcistan ve Kafkasya kültürlerinin işçiliğinin bir arada kullanılması dikkat çekmekte.

Bursa Ulu Cami
1400 yılında ibadete açılan eser, Bursa’nın en büyük camisidir. Ceviz oyma minberi ve hat levhalarıyla ünlü olan cami, Yıldırım Bayezid tarafından Niğbolu Zaferi sonrası, savaşın geliriyle halka armağan olarak inşa edilmiştir.
Galata Kulesi
1348 yılında Cenevizliler tarafından yapılan kule, 16. yüzyılda Kasımpaşa Tersanesi'nde çalıştırılan işçiler için zindan olarak da kullanılmış, daha sonraları tersanenin ambarı olarak kullanılmıştır. Tarihte Dünyanın ilk insan uçuşunu gerçekleştiren Hezarfen Ahmet Çelebi, uçuşuna 62 metre yüksekliğindeki Galata Kulesi'nden başlamıştır.
Haydarpaşa Garı
Orta Avrupa barok mimarlığının eserlerinden biri olan İstanbul’un simge eserlerinin içinde büyük bir yere sahip olan Haydarpaşa Garı, 1906 yılında yapımına başlanmış olup denizin ardındaki görkemli yapısıyla seyre değer bir yapıdır.
Kervansarayların, külliyelerin, medreselerin, köprülerin, kalelerin, camilerin, sarayların ve daha birçok kültürel yansımanın sergilendiği Miniatürk’te; doğal oluşumlu peri bacalarına da uğrayabilir kısa sürede geçmişten geleceğe Anadolu’nun kültürel miraslarını ziyaret edebilirsiniz.

30 Ağustos 2015 Pazar

Şile’de Huzur…





Evi dolduran yaz güneşinden kaçıp  serinleyebilmek için Şilenin doğal güzelliğinde teselli ararcasına yola koyulduk. Şile’nin merkezi küçük bir kasabayı anımsatıyor. 

Sıkça butik dükkânlarla karşılaşıyoruz. 
 Caddelerin her bir köşesinde, semtten adını aldığı üzere şile bezinden yapılmış elbiseleri,gömlekleri üzerine giymiş cansız mankenler ,sıra halinde selamlıyor bizi.

Esnafının güler yüzü ve samimiyeti ise, büyük şehrin samimiyetsizliğini unutturuyor bize.







Caddelerin tertemiz olması dikkat çekmekle birlikte esnafın dükkanlarının önlerine attıkları tahta masada oynadıkları tavlada izlenmeye ve desteklenmeye değer.
Kimin koltuk altı yapacağı da iddiaya girmeye değer.

Denizin tüm cazibesini izleyebileceğiniz restaurantlar, balık ve rakı keyfi için de denenmesi gereken yerler arasında yer alıyor.




 Güneşin yakıcılığından uzaklaşıp denize girmek isterseniz muhteşem olmasa da özel plajlar, bu ihtiyacınızı karşılamak için az kanaat yeterli imkânı sizlere sunuyor.


Eğer sabah kahvaltısını Şile’de yapmak  isterseniz Saklı göl iyi bir tercih olarak düşünülebilir.


 Saklıgöl’e gitmek için,Şile yolunda tabelaları takip ederek Ahmetli köyüne ulaşıyorsunuz.






Köyün  dar yolarından geçerken yol kenarında satılan köy yumurtası,taze meyve sebzelerden de satın alıp organik beslenmenin lezzetini de yaşabilirsiniz.

Tesise vardığınızda aracınız park edebilecek bir otopark bulma şansınız var.

Otoparktan yukarı çıkmanıza olanak sağlayan merdiven, bizi gölün kenarına kurulmuş Saklıgöl tesisine ulaştırıyor.


 
                                                                              
Tahta masalar ve tahta banklar kurulmuş bir düzeni olan tesiste olağanüstü bir kahvaltıyla karşılaşmıyorsunuz  fakat yediğiniz her lokmada yanı başınızda bulunan gölün kendine sakladığı gizem, hem sizi hem gözünüzü doyurmaya yetiyor.

Fiyata gelince kişi başı otuz lirayı gözden çıkarmanız gerekiyor.

Temmuz ayının sıcaklık derecesini bu mekânda biraz olsun düşürebilirim diye umut etmeme rağmen elimin yelpaze görevini üstlenmesi kahvaltımın bitimine kadar devam etti.





Eğer sakin,huzurlu bir gün geçirmek,yeşilin ve mavinin tertemiz kokusunu içinize çekmek isterseniz, Şile’nin İstanbul’un kenarına saklanmış bir doğa güzelliği olduğunu unutmayın ve bu küçük kasabanın tadını çıkarın.










                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     Mavi Çalı/31.08.2015

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Sümela'ya Doğru







     Karadeniz’e yapacağınız yolculukta Sümela Manastırı, uğranılıp gezilmesi,görülmesi hatta hayrete düşülmesi gereken yerlerden biri. Trabzon’un Maçka ilçesinde Altındere köyü sınırlarında yer alan manastırın hikâyesi oldukça düşündürücü bir o kadar da efsanevi.


  365-395 yılları arasında Barnabas ve Sophronios adlı iki rahip, gece uykuya dalarlar rüyalarında Hz.İsa  ve Hz. Meryem’in kendilerine, Sümela manastırının olduğu mevkiye bir manastır dikmelerini söylediklerini görürler.



 Yola koyulan iki rahip,  manastırı kurmak için deniz yoluyla Trabzon’a doğru yol alırlar.

 
     Birbirlerini tanımayan bu iki rahip manastırın taşlı yollarında  tanışır birbirlerine gördükleri rüyayı anlatır ve bunun Tanrıdan gelen bir işaret olduğuna inanarak manastırın temellerini atmak için kollarını sıvarlar.



     Mistik bir hava taşıyan manastırı Hristiyanlarca değerli kılan şey ise, Hz.İsa’nın havarilerinden Lukas’ın iki rahiple birlikte kiliseye gelerek bir tahta parçasının üzerine Hz.Meryem’i resmetmiş olması.


      Tabi insan ırkının tarihi eserlere duyduğu saygıdan ve uzun efsanelerden olsa gerek!artık  o tahta parçası yok.


    Kiliseye varmak için gittiğiniz yol boyunca  yemyeşil ağaçlarla,göz dolduran şelalelerle ve aslında doğal konuşan ama bizlere şaka yapıyor izlenimi veren Karadeniz insanıyla karşılaşmanız an meselesi.
 

  
Araçla belli bir noktaya kadar çıkılabiliyor sonrasındaysa tabana kuvvet deyip yaklaşık 300 metre bir yürüyüş performansı sizi bekliyor.Patika yolları aşındırıp dar merdiven basamakları geçtiğinizde karşılıyor sizi bu dev kilise.İnsani güdülere sahip olmayan fakat toplum içerisinde insan kimliği ile gezinen insan görünümlü yaratıklar tarafından yıkılan,yakılan,tahrip edilen ve bir çok tarihi belgenin yok olmasına neden olan saldırılar, Sümela manastırına büyük zararlar ve kayıplar vermiş durumda.Ne kadar restorasyon çalışmaları  yapılmış olsa da sanat ve tarih  kokan bu yapıya yapılan saldırılar gözler önünde.
 
     Sarp kayalıkların üzerine dikilmiş olan Sümela Manastırı diğer adıyla Meryem Ana Kilisesi, misafirhane, öğrenci odaları,kutsal ayazma ve kütüphanelerden oluşan bir kültür hazinesi görünümünde.


     Zigana dağının eteklerine uzanmış bu kilise, doğayla baş başa kalabilmek adına tasarlanmış bir duygunun sonucu olarak ortaya çıkan, içinde binlerce sırrı barındıran kilitli bir kutuyu  anımsatıyor bana.





 



                                                                                                                    Mavi Çalı/05.08.2015












21 Haziran 2015 Pazar

Hayvan Mahpushanesi…






Bugün yolum, Kocaeli Darıca hayvanat bahçesine düştü. Düşmez olaydı dediğim adreslerden biriydi burası.

 
 Maymunlar, balıklar, aslanlar, jaguarlar,zürafalar,zebralar ve daha vahşi doğanın nice kahramanı ,tel örgülerin arkasında kendilerini izleyen ziyaretçilerden bıkmışçasına,süzüle süzüle ortalığa bakıyorlardı.





Kendilerini hayretler içerisinde izleyen konuklarından gelen yiyecekler ise tartışılmaz ilginçti;
 cips verenden tutun, çalı yedirmeye çalışanı ,simit uzatanı…Utanmasalar rakı masası kuracaklar maymunlarla. 



 



Tükenen hayvan soylarını koruma adı altında açılan ama tamamen ticari amaçlı olan bu hapishanelerde, doğanın nefes kesici canlılarının hala nefes alması mucize.
 Bize göre büyük görünen ama doğanın uçsuz genişliğinde, varlıklarına bile denk gelmekte zorlandığımız hayvanlar âlemi cam duvarlarla örülü çemberlerin içinde sıkıştırılmış durumda. Hayvanat bahçelerinin klişe savunması olan vahşi doğayı çocuklarımıza öğretiyoruz kavramı, benim için bugün itibari ile bitti, nedenini sorarsanız açıklayayım hemen; önüne atılan etin kemiğini kemirirken, kendisine bakan insanlara rahatsız edilmenin verdiği huzursuzlukla arkasını dönen jaguarı, kendisine yaklaşıldıkça buldukları sığınaklara saklanan maymunları,akvaryumun camına vuran çocuklardan, köpek balığı görmüşçesine kaçan küçük balıkları gördükçe özgürlüklerinin nasıl ticari çıkarlar uğruna yok edildiği ile karşı karşıya kaldım.


Sadece iki dakika kendimi onların yerine koyuyorum. Önerim sizin de benimle empati yapmanız. Haydi başlayalım.





‘Etrafım adım atamayacağım şekilde tellerle kapatılmış, karnım aç ve yemek yemek için saatimi beklemek zorundayım ,  tüm arkadaşlarımdan koparılmışım,tam özgürleşmek isterken elektrikli tellere takılıyor kısa bir süre çarpılıyorum,dışarıdan misafirlerim gelmiş ve hepsi işaret parmağı ile beni gösteriyor,kimi sağlığımı tehdit eden yiyecekler tıkıyor ağzıma,kimi benim sesimi taklit edip beni korkutmaya çalışıyor.
Şaşkın olduğum durum ise bana bakıp boş boş gülmeleri.İnsan denen türün bana olan duygularına anlam veremiyorum.Nefes almak istiyorum ama burada hiç şansım yok galiba.’



Düşünmesi bile kötü olan bu sistemin hem ekolojik dengeye verdiği zarar, hem nesli tükenen hayvanları koruyacağız derken onları bakım koşullarının olumsuzlukları nedeni ile ölüme sürüklemek içler acısı bir hal almış durumda .

 


Hayvanlar âlemi, hayvanat bahçelerinde tutsaklığı en derinden yaşıyorken, yaşamsal hakları da kişi başı 20 ile 50 TL arası satılmış oluyor.


 Ormanın kralı aslanın bile maymun edildiği hayvanat bahçelerinde,
 Çevreden gelen psikolojik baskıyla
 birlikte ,eğlence kavramını yaratabilmek adına çıtalardan zıplatılan, çemberlerden geçirilen,striptizci hesabı dans ettirildikleri direklerden aldıkları fiziksel sakatlanmalarda görmezden gelinmeyecek boyutta. 



 

 Bırakın, sizin krallığınızda değil kendi krallıklarında yaşasınlar hayvanlar. Özgürlüklerini prangaladığımız her an da aslında onları öldürdüğümüz gerçeğini unutmamak gerek. 
 


                                                                                                                           Mavi Çalı/21.06.2015












17 Haziran 2015 Çarşamba

Midas’ın Evi Yazılıkaya…



Eskişehir’e yolunuz düşerse şehre ,yaklaşık 80 km uzaklıktaki Yazılıkaya anıtlarını ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum.Anıt,Yazılıkaya köyü içerisinde görkemli bir yapıyla karşılıyor sizi. 17 metre yüksekliğe sahip bu yapıt, Frigya’nın merkezi olarak kabul ediliyor. Midas döneminde, krallık mertebesine ulaşan Frigyalıların yaşamlarını sürdürdüğü Yazılıkaya anıtları,Midas anıtları olarak da biliniyor.




 





Mitolojide büyük yankı uyandıran Midas efsanesine gelince; Bunlardan ilki,
‘Dokunduğum Her Şey Altın Olmalı’
Şarap Tanrısı Dionysus ve arkadaşları, Frigya taraflarında dolaşmaya çıkarlar. Dionsus’un dostlarından Silonos, Midas’ın çiçek bahçesinde dinlenirken uyuyakalır. Midas’ın askerleri tarafından bulunan Silonos, Midas’ın yanına götürülür. 
 Frigya halkı tarafından alay konusu olan Silonos’un kırılan gururunu Kral Midas tamir eder, Kral, krallığının kapılarını yaşlı adama açar ve onu en güzel şekilde ağırlar.


Bu durumu öğrenen Dionysus, Midas’a yoldaşıma yaptığın bu iyilik için dile benden ne dilersen der, Midas, dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini ister. Dionysus, bu isteği yerine getirir. Midas’ın büyük bir sevinçle karşıladığı bu durum, onu ölüm kapısına sürükler. 
Midas’ın dokunduğu her şey, altına dönüşmeye başlar.Akşam olur,sofra kurulur,Midas, ekmeğe dokunur ekmek altın olur,çorbasını kaşıklar,kaşık altın olur.Midas,açlıktan öleceğini anlar ve Tanrı Dionysus’tan istediği dileğin bozulmasını ister. 
Dionysus, Midas’a Paktolos ırmağının sularıyla yıkanmasını söyler, yıkanan Midas’ın her şeyi altına çevirme gücü de böylece yok olur.
 
Gelelim diğer efsaneye. Midas hakkında anlatılan en meşhur hikâye, ‘Midas’ın Eşek Kulakları’ olsa gerek.



Kral Midas, Yunan Tanrısı Apollon ile Kır Tanrısı Pan arasında gerçekleşecek bir müzik yarışmasının yargıçlığını yapar, oyunu Pan’dan yana kullanır bu duruma öfkelenen Apollo, Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirir.Midas,o günden sonra insan içine çıkamaz hale gelir,içine kapanır,kimseciklerle konuşamaz olur.

 Saçları baş edilemeyecek kadar uzadığı zaman, Midas,her zaman gittiği berbere gider,berber, gördüğü kulaklar karşısında şaşkına döner ve kimseye bu durumdan bahsetmez.Gün gelir içinde tuttuğu bu sırrı dışarı çıkartmaya karar verir ve bir kuyunun başına dikilir,bağırmaya başlar:Midas’ın kulakları eşek kulağı…

Artık tüm Frigyalılar, krallarının kulaklarından haberdardır. Alay konusu olan kral, Tanrı Apollon’dan yardım ister fakat Apollon,sessizce Midas’ı öldürür ve yerin derinliklerine gömer.

Midas’ın hükmünü sürdüğü dönemde Frigler, sanatta atılım yapmayı kafayı koyarlar ve ana tanrıçaları Kibele için Yazılıkaya Anıtını dikerler. Lakin, M.Ö.550’li yıllarda yaşadığı varsayılan Friglerin anıt üzerinde kullandığı dili, dilbilimciler çözmekte epey zorluk çekerler.

  Tüf kayalıkların üzerine kurulu Yazılıkaya (Midas) Anıtına ulaşmak için geçtiğiniz rampalı yol, kral yolu olarak biliniyor. Attığınız her adımda karşılaştığınız kabartmalarda; tarihi, uygarlığı ve yaşanmışlıkları hissetmeniz mümkün. 
 
 Dinsel merkez özelliği taşıyan Yazılıkaya Anıtlarında, volkanik tüfler, oda mezarları, tüm doğa olaylarına ve insan faktörüne karşı hiçbir olumsuzluktan etkilenmemiş görünüyor.
Anıtlar, kaleler, sarnıçlar, 400 metrekarelik bir alana yayılmış durumda. Yazılıkaya Anıtı, Frigya’nın tarihi, dini ve yaşamsal geçmişini tüm çıplaklığı ile çıkarıyor karşınıza.


    Yazılıkaya anıtının ortalama yüz metre ilerisinde bir köy kahvehanesi bulunuyor. Tavsiyem, orda buz gibi bir ayran içmeniz. Yorucu geçen tarihi geziden sonra hem ferahlıyor hem de mis gibi köy kokusunu içinize çekiyorsunuz.

Mavi Çalı
Tarih:17.06.2016