Gece ilerliyor ve önümüzde boş geçecek 2 gün için ailece
sıkı bir plan içine giriyoruz. Edirne tarafına mı gitmeliyiz yoksa Yalova tarafına mı?
Hiçbir karara varamadan
derin bir uykuya yatıyoruz.
Sabah olduğunda Edirne tarafına gitmeye karar veriyoruz sonra kadınlık
hormonlarımın verdiği dengesizlikten olsa gerek toplu karara imzamı atıp Yalova yoluna sapmaya
karar veriyoruz.
Bir bardak çayı yudumlayarak geçen vapur seferinden sonra
Yalova’da buluyoruz kendimizi. Nereye gideceğimiz hakkında hiçbir fikrimiz
olmadan Armutlu’nun yolunu tutuyor bir
cemaat otelinin kapısını çalıyor fakat fiyatı duyunca ve gidin buradan dercesine
gördüğümüz bakışlardan aldığımız olumsuz etkiyle dağ tepe demeden o yolu geri
dönüyor, Yalova'nın şehir merkezinde sabah kahvaltılı bir otele yerleşiyoruz ve şehir
merkezini dolaşmak için yola koyuluyoruz.
Yağmurun
etkisiyle ıslanan yollar gizemlenmişcesine karşılıyor bizi. Yeşili katledilmemiş
bir şehir burası. Küçük esnafıyla,yol boyu şerit halinde sıralanmış ağaçlarıyla
seyre değer bir şehir Yalova.
Bir çok uygarlığa ev sahipliği yapan ve haçlı seferleri
sırasında yıkılan bu şehir,Bursa Merkez Sancağına bağlı bir kaza konumundayken
Mustafa Kemal’in isteği üzerine 1930’da İstanbul’un ilçeleri arasına katılıyor,1995’te
deArmutlu ve Altınova ve Kaytazdere beldelerini içine alarak il olma
mertebesine ulaşıyor.
İlk Durağımız/ Erikli Çifte Şelale
Yemyeşil ağaçların
arasından geçerek ulaştığınız bu şelale Çınarcık ilçesi Teşvikiye beldesi
içerisinde. Kent Ormanının içindeki patika yollardan meşe ve kayın ağaçlarına selam
vererek geçtikten sonra tahtadan
yapılmış asma bir köprüden Karayip korsanı Jack Sparrowmuşcasına arkana bile
bakmadan bir o yana bir bu yana sallana
sallana şırıl şırıl akan şelalenin
yoluna ulaşıyorsunuz. Ürkmemek elde değil bu dev suların karşısında ama bu
gösterişli şelaleyi izlemeden gitmek de
doğanın eşsiz güzelliği karşısında
saygısızlık yapmak gibi geliyor bana. Şelale 2 kısımdan oluşuyor.İlk
karşılaştığınız şelale vay…!dedirttiriyor size, sonra tırmanmaya devam
ettiğinizde yavru şelalenin annesiyle
karşılaşıyorsunuz ve işte tam orda zaman duruyor.
İkinci Durağımız/ Dipsiz Göl
Yağmurun izlerini taşıyan gölün çamurla kaplanması biraz moral bozucu
bir durum olsa da ağaçların gölün
üzerine düşen gölgeleri cazibesini şiddetle korumayı başarıyor, kendi
içerisinde verdiği dinginlik belki de uzun zamandır aradığınız huzur arayışının
tesellisi oluyor. Her şeyden uzak, kirletilmemiş,şehir kavramından uzak bu
güzelliğin karşısında küçük bir mola vermek galiba her insanoğlunun ihtiyacı
olsa gerek.
Üçüncü Durağımız / Yürüyen Köşk: Büyük bir merakla yolunun
tuttuğum köşkün hikayesi gerçek olmakla birlikte toplumumuza verilecek büyük
bir ders saklıyor içinde.
Yıl 1929
Mustafa Kemal Atatürk Yalova’da bir köşk yapılmasını talep
eder. Köşk yapılır yanındaki çınar ağaçları zamanla boylanır,poslanır. Zaman sonra Atatürk ,köşkün yanındaki dev çınar ağacının
köşke zarar verdiği için kesileceğini öğrenir ve bu duruma kaşı çıkarak köşkün ağaçtan
uzaklaştırılması emrini verir.Köşk, alt yapısına döşenen raylar sayesinde ağaçtan 4,80 metre uzaklaştırılarak, ulu çınar ağacının derin nefesinin
hissedilmesine olanak sağlanır.
Böylesine delice ama bir o kadar da müthiş bir karar Yürüyen köşkün
hikayesi. Bugün ağacı bırakın arada derede kalmış bir yeşillik bulunsa rezidans
denen labirentleri dikiyorlar her yere.
2 günlük Yalova tatilimin sonuna gelmiş bulunuyorum. Kısıtlı günüm olduğu
için göremediğim, keşfedemediğim daha birçok doğa güzelliğinin bu şehirde saklı
olduğunu düşünüyor ama üzülmüyorum.
Çünkü yolum, bir daha düşecek bu güzel
şehre.İstanbul’un karmaşasından, gürültüsünden, her gün dikilen
binalarından,şiddetinden kaçmak isteyenlere ve arınmak isteyenlere
önerebileceğim özel bir şehir Yalova.
Tarih:14.06.2015
Mavi Çalı