14 Haziran 2015 Pazar

Yalova'da 2 Gün


Gece ilerliyor ve önümüzde boş geçecek 2 gün için ailece sıkı bir plan içine giriyoruz. Edirne tarafına mı  gitmeliyiz yoksa Yalova tarafına mı?
 Hiçbir karara varamadan derin bir uykuya yatıyoruz.
Sabah olduğunda Edirne tarafına gitmeye karar veriyoruz sonra kadınlık hormonlarımın verdiği dengesizlikten olsa gerek  toplu karara imzamı atıp Yalova yoluna sapmaya karar veriyoruz.

Bir bardak çayı yudumlayarak geçen vapur seferinden sonra Yalova’da buluyoruz kendimizi. Nereye gideceğimiz hakkında hiçbir fikrimiz olmadan Armutlu’nun  yolunu tutuyor bir cemaat otelinin kapısını çalıyor fakat fiyatı duyunca ve gidin buradan dercesine gördüğümüz bakışlardan aldığımız olumsuz etkiyle dağ tepe demeden o yolu geri dönüyor, Yalova'nın şehir merkezinde  sabah kahvaltılı bir otele yerleşiyoruz ve şehir merkezini dolaşmak için yola koyuluyoruz.

 
Yağmurun etkisiyle ıslanan yollar gizemlenmişcesine karşılıyor bizi. Yeşili katledilmemiş bir şehir burası. Küçük esnafıyla,yol boyu şerit halinde sıralanmış ağaçlarıyla seyre değer bir şehir Yalova.
 Bir çok uygarlığa ev sahipliği yapan ve haçlı seferleri sırasında yıkılan bu şehir,Bursa Merkez Sancağına bağlı bir kaza konumundayken Mustafa Kemal’in isteği üzerine 1930’da İstanbul’un ilçeleri arasına katılıyor,1995’te deArmutlu ve Altınova ve Kaytazdere beldelerini içine alarak il olma mertebesine ulaşıyor.

 

İlk Durağımız/ Erikli Çifte Şelale
 Yemyeşil ağaçların arasından geçerek ulaştığınız bu şelale Çınarcık ilçesi Teşvikiye beldesi içerisinde. Kent Ormanının içindeki patika yollardan meşe ve kayın ağaçlarına selam vererek  geçtikten sonra tahtadan yapılmış asma bir köprüden Karayip korsanı Jack Sparrowmuşcasına arkana bile bakmadan  bir o yana bir bu yana sallana sallana  şırıl şırıl akan şelalenin yoluna ulaşıyorsunuz. Ürkmemek elde değil bu dev suların karşısında ama bu gösterişli şelaleyi izlemeden   gitmek de doğanın eşsiz  güzelliği karşısında saygısızlık yapmak gibi geliyor bana. Şelale 2 kısımdan oluşuyor.İlk karşılaştığınız şelale vay…!dedirttiriyor size, sonra tırmanmaya devam ettiğinizde  yavru şelalenin annesiyle karşılaşıyorsunuz ve işte tam orda zaman duruyor. 

 



İkinci Durağımız/ Dipsiz Göl
 Yağmurun izlerini taşıyan  gölün çamurla kaplanması biraz moral bozucu bir durum olsa da  ağaçların gölün üzerine düşen gölgeleri cazibesini şiddetle korumayı başarıyor, kendi içerisinde verdiği dinginlik belki de uzun zamandır aradığınız huzur arayışının tesellisi oluyor. Her şeyden uzak, kirletilmemiş,şehir kavramından uzak bu güzelliğin karşısında küçük bir mola vermek galiba her insanoğlunun ihtiyacı olsa gerek.

Üçüncü Durağımız / Yürüyen Köşk: Büyük bir merakla yolunun tuttuğum köşkün hikayesi gerçek olmakla birlikte toplumumuza verilecek büyük bir ders saklıyor içinde.





Yıl 1929

Mustafa Kemal Atatürk Yalova’da bir köşk yapılmasını talep eder. Köşk yapılır yanındaki çınar ağaçları zamanla boylanır,poslanır. Zaman sonra  Atatürk ,köşkün yanındaki dev çınar ağacının köşke zarar verdiği için kesileceğini öğrenir ve bu duruma kaşı çıkarak köşkün ağaçtan uzaklaştırılması emrini verir.Köşk, alt yapısına döşenen raylar sayesinde  ağaçtan 4,80 metre uzaklaştırılarak,  ulu çınar ağacının derin nefesinin hissedilmesine olanak sağlanır.


 

Böylesine delice ama bir o kadar da müthiş bir karar Yürüyen köşkün hikayesi. Bugün ağacı bırakın arada derede kalmış bir yeşillik bulunsa rezidans denen labirentleri dikiyorlar her yere.
2 günlük Yalova tatilimin sonuna gelmiş bulunuyorum. Kısıtlı günüm olduğu için göremediğim, keşfedemediğim daha birçok doğa güzelliğinin bu şehirde saklı olduğunu düşünüyor  ama üzülmüyorum. Çünkü yolum, bir daha  düşecek bu güzel şehre.İstanbul’un karmaşasından, gürültüsünden, her gün dikilen binalarından,şiddetinden kaçmak isteyenlere ve arınmak isteyenlere önerebileceğim özel bir şehir Yalova. 

Tarih:14.06.2015
Mavi Çalı

Hiç yorum yok: